Bu yazıda psikolojide sıkça tartışılan bir konu olan doğa ve yetişme (nature and nurture) konusuna değineceğiz. Bu konu, aslında binlerce yıl öncesine kadar uzanır, bu yüzden Platon ile başlayacağız. Platon, M.Ö. 400 yıllarında yaşamış ve nativizm olarak bilinen bir görüşü desteklemiştir. Nativizm, tüm bilgilerimizin doğuştan geldiği, yani zaten içimizde var olduğu ve sadece açığa çıkarılmayı beklediği fikridir. Bu görüş, bazı durumlarda doğru gibi görünebilir. Sonuçta, insanlar gerçekten de doğuştan bazı doğal yeteneklere, yetilere ve eğilimlere sahip gibi görünürler.
Diğer tarafta, Aristoteles ise felsefi empirizm olarak bilinen bir görüşü savunmuştur. Felsefi empirizm, tüm bilgilerimizin dünyayla olan deneyimlerimizden ya da çevremizden geldiği fikrini taşır. Bu görüş, Aristoteles’ten yaklaşık 2000 yıl sonra John Locke tarafından, her birimizin “boş bir levha” veya Latince ifadesiyle “tabula rasa” olarak doğduğumuz ve çevremizin bizi şekillendirdiği düşüncesiyle tanımlanmıştır. Bu görüş de oldukça çekici olabilir, çünkü farklı bir ailede doğmuş olsaydık ya da farklı bir mahallede büyümüş olsaydık veya belki de farklı bir kültürde yaşamış olsaydık nasıl farklı biri olabileceğimizi düşünmek mümkündür. Kesinlikle bu faktörler kim olduğumuzu değiştirirdi.
Bu iki fikir, yani nativizm ve empirizm, genellikle doğa ve yetişme tartışması olarak tanımlanır. Ancak, günümüzde bu durumun gerçekten bir tartışma olmadığı anlaşılmıştır; bir tarafın “kazanacağı” bir durum yoktur. Aslında, “karşı” kelimesini kullanmayı bırakıp doğa ve yetişme şeklinde düşünmek daha doğru olacaktır. Bir tartışma yerine, bu iki gücün etkileşimi olarak düşünmeliyiz. Genlerimizin çevremize nasıl tepki verdiğimizi etkilediği doğru olduğu gibi, çevremizin de genlerimizin ifadesini etkileyebileceği de doğrudur. Bu nedenle, gelecekte insanların neden farklı IQ seviyelerine sahip oldukları ya da neden bazı insanların zihinsel hastalıklara yakalanırken diğerlerinin yakalanmadığı gibi karmaşık konuları düşünürken bir tarafı seçmeyeceğiz.