Bir terapistin süpervizyon sürecinde yaşadığı karmaşık duyguları, özellikle narsistik özellikler taşıyan bir hastayla çalışırken ortaya çıkan zorlukları ele alan bir konuşma metniyle başlamak istiyorum:
Süpervizyona gidiyorum ve Süpervizör’e diyorum ki: ‘Bu yeni hastayla ne yapacağımı bilmiyorum, sanki orada değilim. Hiç aktarım yok.’ O da, ‘Bu narsistik aktarımın ilk aşamasıdır. Diğer kişi yok gibidir,’ diyor.
Bu diyalog, terapistin hastasıyla kurmaya çalıştığı bağda karşılaştığı zorluğu özetliyor. Narsistik bir hasta için başkalarının varlığı neredeyse belirsiz hale gelebilir. Sanki terapist orada değilmiş gibi davranırlar. Bu, birçok açıdan hastanın kendi içine kapanmasına ve bir tür yalnızlık ve izole edilmişlik içinde yaşamasına neden olur. Narsistik kişilik özelliklerine sahip bireyler çoğu zaman eleştirilir; ancak, onların da yoğun bir içsel yalnızlık yaşadıklarını anlamak önemlidir.
Bir terapistin bu yalnızlık ve içsel dünyayla baş etmesi, karmaşık bir zihinsel yolculuk gerektirir. Terapistin kendi içsel deneyimlerini analiz etmesi, hem hasta ile kurmaya çalıştığı bağ için hem de kendi duygusal sağlığı için hayati bir öneme sahiptir. Bu noktada aktarım ve karşı aktarım kavramları devreye girer.
Aktarım Nedir?
Aktarım (Transference), hastanın, terapisti veya çevresindeki diğer kişileri zihninde belirli bir biçimde canlandırarak onlara yönelik duygularını yansıtmasıdır. Bu, hastanın bilinçaltında yatan duyguların dışa vurulmasıdır. Kişi, karşısındaki terapisti geçmişteki ilişkilerinin veya deneyimlerinin bir yansıması olarak görerek ona farklı duygular yükleyebilir. Terapist için, hastanın bu duygu ve düşüncelerini anlamak, tedavi sürecinde önemli bir ipucu olabilir.
Karşı Aktarım: Terapistin Tepkileri ve Kendi İç Dünyası
Karşı aktarım (Countertransference), terapistin hastayla olan etkileşimlerinde hissettiği duyguları ifade eder. Terapistler de insan oldukları için, hastalarıyla olan etkileşimlerinde kendi duygusal tepkilerini deneyimlerler. Ancak burada önemli olan, terapistin, bu duyguların ne kadarının kendine ait olduğunu ve ne kadarının hastayla etkileşimden kaynaklandığını ayırt edebilmesidir. Terapistlerin, bu ayrımı yapabilmek için kendi terapi süreçlerinden geçmeleri ya da yüksek düzeyde öz farkındalığa sahip olmaları gerekir.
Çünkü hastalar ve insanlar genel olarak bizimle öyle bir şekilde etkileşime girerler ki, bu etkileşim bizde onların duygularını hissetmemize yol açar. Bu durumda, bu duygunun aslında bana mı ait yoksa hastanın mı bana yansıttığı bir şey olduğunu anlamak oldukça zor olabilir.
Bir terapist olarak, bu ayrımı yapabilmek, hastanın duygusal dünyasını daha iyi anlamak ve sağlıklı bir tedavi süreci yürütebilmek için kritik öneme sahiptir. Terapist, hastanın tetiklediği duyguları analiz ederek, hangi duyguların hastaya ait olduğunu ve hangilerinin kendi kişisel geçmişinden veya deneyimlerinden kaynaklandığını anlamaya çalışır. Bu süreç, hem terapist için hem de hasta için iyileştirici bir yolculuğa dönüşebilir.
Sonuç olarak, terapistler, danışanlarının duygusal dünyasını anlamak ve onlara destek olmak için büyük bir içsel yolculuk yaparlar. Kendi duygusal reaksiyonlarını tanımlayıp yönetebilme becerisi, bu süreçte terapistin en büyük destekçisi olur.