Hinduizm ve Ruh-Beden
Hinduizm ve onun M.Ö. 6. yüzyıldaki uzantısı olan Budizm’de, zihin ve beden ayrı kavramlar olarak görülmezdi. Zihin, nedenler ve koşullardan oluşan bir bütün olarak ele alınırdı; atomlardan meydana gelen, bir süre için bir araya gelen ve sonra başka nesnelere veya canlılara dağılacak olan bir yapı olarak düşünülürdü. Bu atomik bakış açısı, bazı Yunan filozoflarının, özellikle de Eratosthenes gibi isimlerin eserlerinde de görülür. Bu yaklaşım, zihnin sabitliğine dayalı bir teori oluşturmayı zorlaştırmış, hatta zihinsel durumların “normal” ya da “anormal” olarak kategorilere ayrılmasına engel olmuştur.
İnsanlık Tarihinde Psikiyatri: Zihinsel Sağlığın Kökenleri
İlk Zihinsel Bozukluklar ve İyileştirme Yöntemleri
M.Ö. 500 civarında, Hipokrat öncesi dönemde, Hindu hekim Sushruta, zihinsel hastalığı demonların işgali olarak değil, güçlü duygular ve tutkuların bir sonucu olarak değerlendiren bir yaklaşıma yönelmiştir. Bu, zihinsel hastalıkların biyolojik temelleri olduğunu fark eden erken dönem girişimlerden biri olmuştur.
Platon (M.Ö. 427–347), zihin ve maddenin birbirinden ayrılabilir olduğu ikili bir teori geliştirmiştir. Zihin kavramı, ruhla örtüşmüştür ve “akılcı ruh” (ölümsüz, ilahi ve beyinde bulunan) ile “akılsız ruh” (göğüste, kalbe yakın bir yerde öfkenin merkezi; karın bölgesinde ise daha alt tutkuların merkezi) olarak ikiye ayrılmıştır. Akılcı ruhun akılsız ruhla uyumsuz hale gelmesi sonucu delilik formları – melankoli, mani ve bunama – ortaya çıkmıştır. Bu uyumsuzluk, humoral dengesizliklerle ilişkilendirilmiştir.
Aristoteles ve Zihinsel Durumlar
Platon’un öğrencisi Aristoteles (M.Ö. 384–322), beynin işlevini kalpten yayılan buharları yoğunlaştırmak olarak görmüştür. Bu düşünce, 18. yüzyıla kadar etkili olmuştur. O dönemde, akıl sağlığı uzmanları olarak bilinen kişiler (örneğin Purcell ve Pommé), bu buharların sinirsel durumları, özellikle de histeri gibi durumları yarattığına inanmıştır.
Aristoteles’in öğrencisi Theophrastus (M.Ö. 370–285), 30 karakter özelliği hakkında kısa betimlemeler sunan temel bir karakteroloji geliştirmiştir. Bu karakterler, günümüzde DSM’de yer alan bazı kişilik bozukluklarının ilk örnekleri olarak kabul edilebilir. Örneğin, Theophrastus’un karakterleri arasında “mempsimoria” (sürekli şikayet etme) ve “apistia” (güvensizlik) yer alır, ki bu özellikler günümüz paranoid kişilik bozukluğunun öğeleri olarak görülebilir.
Hipokrat ve Zihinsel Hastalıkların Biyolojik Temelleri
Platon ile çağdaş olan ve bir hekim olan Hipokrat (M.Ö. 460–377), zihinsel durumların dört ana unsurla – toprak, hava, ateş ve su – ilişkili olduğunu savunmuştur. Bu unsurların dengesizlikleri, korku, utanç, keder gibi zihinsel durumları tetikleyebilirdi. Hipokrat, epilepsi nöbetleri sırasında ortaya çıkan köpüklerin fazla balgamın bir işareti olduğunu düşünmüştür. Hipokrat’ın tedavi yöntemleri, doğanın iyileştirici gücüne müdahale etmemeyi temel almıştır.
Epikür ve Rasyonel-Duygusal Yaklaşım
Filozof Epikür (M.Ö. 342–270), birçok durumda korku, keder veya öfke gibi duyguların rasyonel olarak haklı olabileceğini savunmuştur. Epikür ve takipçileri, bireyi merkeze alan hümanistik bir tutumu benimsemişlerdir. Bu, Hippokrat’ın biyolojik yöneliminden farklıdır. Epiküryen okul, hastaların irrasyonel fikirlerini değiştirmeye yönelik “ılımlı konuşma” yöntemini tercih etmiştir. Ancak bazı durumlarda, hastayı zararlı bir yoldan uzaklaştırmak için daha sert bir dil kullanmak gerekmiştir.
Yeni Ahit ve Kendine Zarar Verme
Yeni Ahit’te, “kötü ruhlar tarafından ele geçirilmiş” bir keşişten bahsedilir (Markos 5: i–xi). Bu keşiş sürekli ağlayarak kendine taşlarla zarar vermektedir. İsa, kötü ruhu uzaklaştırarak bu keşişi iyileştirmiştir. Bu hikaye, zihinsel rahatsızlıkların iyi ve kötü ruhlar arasındaki bir savaş olarak görüldüğü eski bir geleneği sürdürmektedir.
Rüyaların Anlamı
M.S. 1. yüzyılın sonunda, Artemidorus isimli bir yazar, 130 civarında rüya sembolünün anlamını içeren bir Rüya Kitabı derlemiştir. Bu semboller arasında saç, diş, karınca gibi imgeler yer alır. Bu yaklaşım, Sigmund Freud’un 1899’daki Rüyaların Yorumu kitabına kadar popülerliğini korumuştur.
Sonuç
Zihinsel fenomenlere yönelik metodolojik yaklaşımlar, tarih boyunca çeşitli kültürler ve filozoflar tarafından farklı şekillerde ele alınmıştır. Bu erken dönem düşünceler, modern psikiyatrinin temellerini atmış, zihin ve ruh arasındaki ilişkiyi anlamamıza ışık tutmuştur.