Merhaba, ben Dr. Umut KARAGÖZ ve bu yazıda dualizm ve monizm konularını ele alacağız. Bu kavramları anlamak için 1596-1650 yılları arasında yaşamış olan René Descartes ile başlayacağız. Descartes, dualizme inanıyordu. Dualizm, zihnimiz ya da ruhumuz ile bedenimizin iki ayrı varlık olduğunu savunan bir düşüncedir. Descartes’a göre, beden mekanik bir şekilde çalışır ve reflekslere sahiptir, zihin ise maddi olmayan ve fiziksel dünyadan ayrı bir varlıktır ve bedeni kontrol eder.
Günümüzde çoğu insan monizme inanır. Monizm, Yunanca “bir” anlamına gelen “mono” kelimesinden gelir ve tek bir kaynağın var olduğunu savunan bir düşüncedir. Tüm düşüncelerimiz, davranışlarımız, duygularımız ve özelliklerimiz, bedenimizin fiziksel süreçlerinden kaynaklanır. Başka bir deyişle, tüm zihinsel yaşam ve deneyim aslında fizyolojidir; her şeyin altında şey fiziksel süreçtir.
Peki, Descartes dualizm konusunda yanıldıysa ve günümüzdeki psikologların çoğu monizme inanıyorsa, neden hâlâ Descartes’tan bahsediyoruz?
Bunun iki nedeni var. Birincisi, zihin gerçekten ayrı gibi hissediliyor. Düşüncelerimiz, diğer fiziksel duyumlardan farklı gibi görünüyor, bu nedenle bu fikir Descartes için çekici gelmiş ve ona inanmış olabilir. İkinci neden ise Descartes’ın bir dahiydi. Muhtemelen tarihte yaşamış en parlak insanlardan biriydi, ancak bu konuda yanıldı. Descartes’ın hatasından öğrenmemiz gereken ders, sezgilerimize güvenemeyeceğimizdir. Zihnimizin ayrı olduğunu hissetmemiz, onun gerçekten ayrı olduğu anlamına gelmez. Dünyanın nasıl çalıştığına veya zihnimizin nasıl çalıştığına dair sezgilerimizi, ölçüp gözlemleyebileceğimiz gerçeklerden ayırmamız gerekir. Bu, ele alacağımız birçok konu için de geçerli olacak. Örneğin, yanılsamaların duyularımızı nasıl yanıltabileceğini veya bilişsel önyargıların düşünme ve karar verme süreçlerimizi nasıl bozabileceğini göreceğiz.
Şimdi, Descartes’tan yaklaşık 200 yıl sonra yaşamış bir kişiden bahsetmek istiyorum: Hermann von Helmholtz. Helmholtz, bir Alman hekimiydi ve tepki süresi üzerine çalışmalar yapmıştı. Helmholtz, insanların uyluklarına dokunan bir uyarana, aynı uyarana ayak parmaklarına dokunulduğunda olduğundan biraz daha hızlı tepki verdiklerini keşfetti. Peki, bu ne anlama geliyor? Bunun nedeni, ayak parmağından gelen mesajın bacak boyunca, ardından omurilik boyunca beyne ulaşması gereken ek mesafeyi kat etmesi gerektiğidir. Dolayısıyla, uyluktan gelen mesaj, ayak parmağından gelen mesaja göre daha kısa bir mesafe kat eder ve beyne biraz daha hızlı ulaşır.
Bu durumun monizmle ne ilgisi var? Yine, bu durumun hissettirdiği gibi olmadığını gösterir. Bir şeye ayağımızda, kolumuzda veya uyluğumuzda dokunulduğunda bir zaman gecikmesi varmış gibi hissetmeyiz. Zihinsel yaşamın anında gerçekleştiğini, zihnimizin bir şeyleri hemen bildiğini düşünürüz. Ancak Helmholtz, durumun böyle olmadığını ve yine bu fikre geri dönerek, şeylerin nasıl çalıştığına dair sezgilerimize güvenemeyeceğimizi gösterir. Her şey anında gibi hissettirse de, bunu ölçüp incelediğimizde durumun böyle olmadığını görürüz.