Bazen hepimizin elinde bir telefon, gözlerimiz mavi ışığın altında kısılmış, parmaklarımız düşünmeden kaydırıyor. Ne aradığımızı bilmeden. Belki biraz haber, belki bir tebessüm, belki sadece bir kaçış. Ama ekranın sonunda bulduğumuz, genellikle tek bir şey: daha fazla yorgunluk.
University of Toronto’dan gelen yeni bir araştırma, bu sezgisel gerçeği bilimsel bir düzlemde doğruladı. X – eski adıyla Twitter – kullanıcılarına ait 252 kişinin duygularını gerçek zamanlı olarak izledi. Araştırma, X kullandığımız anlarda hissettiğimiz “ait olma” duygusunun bile pozitif bir duygusal etkiye dönüşmediğini, tam tersine öfke, can sıkıntısı ve kutuplaşmayı artırdığını ortaya koydu. Modern yalnızlık böyle bir şey işte: kalabalık içinde içe kapanma.
Aslında bu bir haber değil. Bu, bir dönemin özeti.
X, bir zamanlar kısa ve keskin cümlelerin yankılandığı dijital bir agoraydı. Şimdi ise algoritmaların belirlediği yankı odalarında sadece kendi sesimizi duyduğumuz bir çöl. Araştırmanın da altını çizdiği gibi, kullanıcıların yüzde 80’i, içeriklerin sadece yüzde 10’unu üretiyor. Gerisi mi? Sessiz seyirciler, pasif kaydırıcılar. Yani biz.
Kimi kullanıcı X’e bilgi için giriyor, kimi eğlence, kimi bir başkasıyla temas umuduyla. Ama en yaygın nedenlerden biri: can sıkıntısı. Ve işin ironisi, bu can sıkıntısıyla girilen platform, çıktığınızda sizi daha da sıkılmış biri haline getiriyor. Bunu yapan sadece algoritmalar değil; bu bizim motivasyonsuz girişimizle başlıyor.
Peki neden bu döngüye takılı kalıyoruz? Belki de cevap, araştırmadaki şu cümlede saklı: “X kullandığınızda hissettiğiniz kötü duygu, biriyle yüz yüze konuştuğunuzda hissettiğiniz iyi duygunun üçte ikisi kadar güçlü.” Yani dijital dünya, gerçek teması yalnızca taklit ediyor. Ama bedenimiz, beynimiz, sinir sistemimiz kandırılamıyor.
Çok ilginçtir ki, araştırma kullanıcıların farklı siyasi görüşlere sahip kişilerle etkileşime girdiğinde daha fazla kutuplaşmadığını da ortaya koydu. Belki de bu, çoğumuzun zaten kendi yankı odasında, benzer fikirlerle çevrili halde, farklı bir görüşe ulaşamadığını gösteriyor. Teknoloji bizi birleştirmiyor; benzerliklerimizle daha da ayrıştırıyor.
Bu yazı, sosyal medyayı bırakın demek için değil. Ama onu neden, nasıl ve ne zaman kullandığımızı sorgulamak için bir davet. Belki X’e girmeden önce kendimize sormalıyız: Şu an ne hissediyorum? Kaçıyor muyum, arıyor muyum, yoksa sadece kayboluyor muyum?
Yüz yüze bir sohbetin verdiği sıcaklık, hiçbir gönderide yok. Gerçek bir kahkahanın yankısı, hiçbir beğenide duyulmuyor. Belki de çözüm, parmaklarımızı değil, kalbimizi kımıldatacak temaslarda saklı.
Ve belki de bir gün, sosyal medyada geçirdiğimiz zaman değil, birbirimize ayırdığımız anlar daha çok konuşulacak.
No responses yet