Tarihsel Süreç: Adaletten Asimetriye
Aile mahkemelerinin çocuk velayeti konusundaki kararları, zaman içinde ciddi değişimler geçirmiştir. 1970’lere kadar, babalar genellikle boşanmalarda çocukların velayetini alan taraf olurdu. Bu dönemde baba, ailenin ekonomik direği ve otorite figürü olarak görülüyordu; dolayısıyla çocukların geleceği için en güvenli seçenek olarak kabul edilirdi. Anneler ise genellikle ev içi sorumluluklarla tanımlanır ve çocuklarının velayetini alma konusunda ikinci planda kalırdı.
Ancak toplumsal yapının değişmesi, kadınların iş hayatına katılımının artması ve anne figürünün çocuk gelişimindeki kritik rolünün vurgulanması, yasal süreçlerde de büyük bir dönüşüm yarattı. Anneler, “birincil bakım veren” olarak tanımlandı ve bu algı, mahkeme kararlarında bir norm haline geldi.
Bu değişim, tarihsel bir adaletsizliğin düzeltilmesi olarak görülebilirken, aynı zamanda yeni bir dengesizliği de beraberinde getirdi. Modern hukuk sistemlerinde bile anneler, varsayılan olarak çocukların birincil velayet sahibi olmaya devam ediyor ve babalar ebeveynlik rollerini kanıtlamak zorunda bırakılıyor.

Psikanalitik Perspektif: Baba ve Anne Rollerinin Ruhsal Dinamikleri
Psikanalitik teoriler, bir çocuğun psikolojik gelişimi için hem anne hem de baba figürünün kritik roller üstlendiğini vurgular.
- Anne, çocuk için temel bağlanma figürü olup, duygusal güvenliğin kaynağı olarak görülür.
- Baba, çocuğun bireyselleşmesine yardımcı olan ve “toplumsal yasa”yı temsil eden figürdür.
Jacques Lacan’a göre “Baba-Adı” (Nom-du-Père), çocuğun psikolojik gelişiminde bir sınır koyucu işlev görür ve çocuğu anne ile aşırı bağımlı bir ilişkiden ayırarak toplumsal kurallara adapte olmasını sağlar.
Ancak, modern aile mahkemeleri anneleri otomatik olarak çocukların birincil bakıcısı olarak gördüğünde, babanın bu kritik işlevi göz ardı edilme riski taşır. Psikolojik gelişim açısından, babanın rolünün silikleşmesi veya yasal süreçler tarafından sınırlandırılması, çocuğun kimlik oluşumu ve otorite ile ilişkisini derinden etkileyebilir.
Boşanma ve Velayet Süreci: Baba Perspektifinden Bir Kriz
Boşanma süreci sadece hukuki bir ayrılık değil, aynı zamanda psikolojik ve duygusal bir bölünme sürecidir. Çoğu baba, mahkemelerde velayet mücadelesi verirken bir dizi psikolojik bariyerle karşı karşıya kalır:
- Velayet Kaybının Psikolojik Çöküşü: Çocuğunun hayatından çıkarılma tehlikesi, birçok baba için derin bir narsistik yaralanma ve kimlik kaybı yaratır.
- Babanın Rolünün Yeniden Tanımlanması: Evlilik sırasında çocuğuyla vakit geçirme biçimi ve boşanma sonrası ebeveyn rolü arasında büyük farklar ortaya çıkabilir.
- Hukuki Sürecin Getirdiği Asimetri: Mahkemeler, “çocuğun üstün yararı” ilkesini anneden yana yorumlama eğiliminde olabilir ve babalar sıklıkla ebeveynlik rollerini kanıtlamak zorunda kalır.
- Ebeveyn Yabancılaştırması (Parental Alienation): Annenin, çocuğu babaya karşı soğutması ya da uzaklaştırması gibi durumlar sıklıkla rapor edilmektedir.
Bu psikolojik faktörler, babanın sadece velayet hakkı için değil, aynı zamanda çocuğuyla sağlıklı bir ilişki sürdürebilmesi için de mücadele vermesi gerektiğini göstermektedir.
Mahkemelerin Algısı: Ebeveynlik mi, Cinsiyet mi?
Aile mahkemelerinde gözlemlenen bir diğer önemli konu, babalara yönelik örtük önyargılardır. Mahkemeler genellikle babanın çocuğun hayatındaki rolünü finansal destekle sınırlandırma eğilimindedir. Anneler, çocuğun duygusal gelişimi için kritik figür olarak görülürken, babalar daha çok “ekonomik sağlayıcı” konumuna indirgenir.
Örneğin:
- Bir anne tam zamanlı çalışıyorsa bile, çocuğun birincil bakım vereninin o olduğu varsayılabilir.
- Bir baba, çocuğun günlük bakımında aktif olarak rol alıyorsa dahi, “ikincil ebeveyn” olarak değerlendirilebilir.
- Bir annenin açtığı velayet davası daha olumlu karşılanırken, bir baba aynı talepte bulunduğunda “intikamcı” veya “anneye karşı bir koz oynuyor” gibi algılanabilir.
Bu önyargılar, mahkemelerin “tarafsız” kararlar aldığı varsayımını sorgulamamıza neden oluyor. Gerçek adalet, ebeveynin cinsiyetine bakılmaksızın, çocuğun hangi ebeveyniyle daha sağlıklı bir gelişim göstereceğini belirleyen bir süreç olmalıdır.
Alternatif Modeller: Çözüm Nerede?
1. Ortak Velayetin Norm Haline Getirilmesi
Birçok ülkede, ortak velayet modeli artık tercih edilen yöntemdir. Çocuk, her iki ebeveynin de aktif olarak rol aldığı bir aile düzeninde yetiştirilir. Bunun sağlanabilmesi için mahkemelerin varsayılan olarak ortak velayeti benimsemesi ve diğer velayet modellerinin istisnai durumlar olarak değerlendirilmesi gerekir.
2. Ebeveynlik Planlarının Zorunlu Hale Getirilmesi
Boşanma davalarında, tarafların ebeveynlik sorumluluklarını önceden belirleyen bir ebeveynlik planı sunmaları zorunlu tutulmalıdır. Bu planlar, mahkemelerin velayet kararlarını daha nesnel kriterlere dayandırmasına yardımcı olabilir.
3. Babalar İçin Hukuki ve Psikolojik Destek Mekanizmaları
Baba haklarını koruyan yasal danışmanlık hizmetlerinin artırılması ve psikolojik destek mekanizmalarının geliştirilmesi, babaların velayet sürecinde daha bilinçli hareket etmelerini sağlayabilir.
4. Hakim ve Sosyal Hizmet Uzmanlarının Eğitimi
Aile mahkemelerinde görev yapan hakimler ve sosyal hizmet uzmanları, cinsiyet önyargılarından arındırılmış kararlar alabilmeleri için psikoloji ve ebeveynlik dinamikleri konusunda kapsamlı eğitimlerden geçmelidir.

Adaletin Yeniden Tanımlanması
Aile hukukunda, anneler ve babalar arasında adil bir denge sağlanması, sadece hukuki değil, aynı zamanda psikolojik bir zorunluluktur. Çocukların sağlıklı gelişimi için her iki ebeveynin de aktif bir rol alması gerektiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Ancak, mevcut hukuk sistemlerinde anneler hala “birincil ebeveyn” olarak varsayılmakta ve babalar kendi ebeveynlik rollerini kanıtlamak zorunda bırakılmaktadır.
Gerçek adalet, çocuğun ihtiyaçlarını ve ebeveynin yetkinliğini cinsiyet ayrımı yapmaksızın değerlendiren bir sistemin inşa edilmesiyle mümkündür. Toplumsal algılar ve yasal süreçler dönüşürse, çocukların hem anne hem de babalarıyla güçlü bağlar kurduğu sağlıklı bir geleceğe adım atabiliriz.
No responses yet