Erkekliğin Kırılma Noktası: Rollo Tomassi ve The Rational Male

Rollo Tomassi ismi, 2010’lu yıllarda erkek psikolojisi ve ilişkiler üzerine en çok konuşulan düşünce liderlerinden biri haline geldi. “Rollo Tomassi” bir takma isim; gerçek kimliği hâlâ anonim. Ancak bu anonimlik, onun fikirlerini daha da güçlü kıldı. Çünkü Rollo, her türlü kişisel imajdan arınmış olarak sadece gerçeği konuşuyordu: Modern erkeğin kırılganlığını, kandırılmışlığını ve zihinsel esaretini.

The Rational Male, ilk kez 2013 yılında yayımlandığında, erkekler için bir tür “uyanış kitabı” işlevi gördü. Kitap, yıllardır içsel bir boşluk hissiyle yaşayan, ilişkilerde sürekli olarak başarısızlığa uğrayan, kadınlar tarafından manipüle edilen ve kimlik arayışına düşen binlerce erkeğin kafasında aynı anda bir ışık yaktı. Çünkü Rollo, modern toplumun erkekleri nasıl şekillendirdiğini, onları hangi yanlış kodlarla donattığını matematiksel bir soğukkanlılıkla çözümlemişti.

Kitabın merkezinde, erkeklerin kadınlarla olan ilişkilerinde yaşadığı çöküşün tesadüf değil, sistematik bir yanılgının sonucu olduğu fikri yer alır. Bu yanılgının adı: ONEitis. Yani “tek kişiye takıntı”. Erkeklerin bir kadına saplantılı şekilde bağlanmasının, kendi değerlerini kadının ilgisine endekslemesinin en temel zihinsel tuzak olduğunu söyler Rollo. Bu durum, erkeğin kendi iç değer sistemini dışsal bir onay mekanizmasına teslim etmesidir.

Rollo’nun analizleri yalnızca bireysel ilişkilerle sınırlı değildir; aksine o, toplumsal yapının tamamını “feminine imperative” (kadın-merkezli toplumsal düzen) kavramıyla tarif eder. Bu sistem, kadınları merkeze alır, erkekleri ise onların hayatlarını kolaylaştıracak yan figürlere dönüştürür. Bu düzende erkek, kendi benliğini ve arzularını bastırır, yalnızca ‘iyi adam’ olmak için yaşar. Ancak bu iyilik, çoğu zaman ödüllendirilmez. Tam tersine, cezalandırılır.

Kitapta sıkça kullanılan “Alpha” ve “Beta” kavramları bu bağlamda anlaşılır. Alpha erkek, kendi hayatını merkeze alan, çekim gücünü doğallıkla taşıyan, kadının saygısını ‘elde etmeye çalışmadan’ kazanan erkektir. Beta erkek ise, kadının ilgisini “iyi davranarak” ve “fedakarlık yaparak” kazanmaya çalışan, ama çoğu zaman bunun karşılığını alamayan erkektir. Rollo, Beta erkeğin dramını sistemli biçimde teşhir eder.

Kitap yalnızca teorik bilgiler sunmakla kalmaz, aynı zamanda erkeklerin yeniden inşa sürecine dair pratik adımlar da önerir. “Plate Theory” yani “tabak çevirme teorisi”, erkeklerin bir kadına bağlanmak yerine farklı kadınlarla temasta kalarak kendi değerlerini artırmalarını savunur. Bu bir “oyun” değildir; bu, bir erkeğin seçeneklerinin farkına varması ve özgüvenini bu seçeneklerin gerçekliğiyle güçlendirmesidir.

The Rational Male, yalnızca kadınlarla ilgili değildir. Aslında kitap boyunca asıl mesele şudur: “Sen kimsin? Hayatını neye göre şekillendiriyorsun?” Rollo’nun metni, erkekleri kadınlardan çok, kendileriyle yüzleştirir. Hangi değerleri gerçekten sen seçtin? Hangi hedefin senin? Hangi başarı senin arzundan doğdu, hangisi toplumun senden beklediği için gerçekleşti?

Rollo Tomassi

Rollo’nun kişisel hikâyesi de kitabın gücünü artırır. O, yıllar boyunca sahada gözlem yapan, erkeklerle bire bir çalışan ve kendi yaşamında da bu dönüşüm sürecini deneyimlemiş biridir. Yani kitabın satırları akademik bir meraktan değil, gerçek hayattan doğmuştur. Belki de bu yüzden, The Rational Male, diğer kişisel gelişim kitaplarından çok daha derine inen bir yapıya sahiptir.

Bu kitap, erkeğe ilk kez kendisini merkez alan bir bakış önerir. Kadının ne istediğinden çok, erkeğin ne olmak istediğini sorgular. Sadece flört oyunlarını değil, hayatı nasıl yaşayacağını da yeniden tasarlamak için bir temel sunar. Bu nedenle The Rational Male, yalnızca bir başvuru kitabı değil, bir erkek için yeniden doğuşun el kitabıdır.

The Rational Male Serisi

PODCAST/SERİ

Bazı erkekler doğuştan ateşle yürür. Onlara hiçbir şey öğretmek gerekmez. Beş yaşında bir oğlan çocuğunu izleyin: Düşe kalka bisiklet sürer, babasının bilgisayarını kurcalar, risk alır, korkusuzca her şeye yaklaşır. Onun hareketlerinde plan yoktur, hesap yoktur—sadece içsel bir itki vardır. İşte buna “doğal alfa” diyoruz. Kimsenin ona liderlik öğretmesine gerek yoktur, o zaten doğasının çağrısıyla hareket eder. İronik şekilde, bu doğal ateşi bastırmak için toplumsal düzen bir ömür boyu uğraşır.

Bugün birçok erkeğin temel sorunu “neden yeterince alfa değilim” değil, “nasıl tekrar çocukken olduğum gibi olabilirim”dir. Çünkü sistem bizi şekillendirir. Uyumlu ol, kırma, üzme, ağlama, ses çıkarma… Bütün bu mesajlar bir zihne çocukken yüklendiğinde, sonunda ortaya çıkan şey itaatkâr ama içten patlamaya hazır bir erkek olur. “Beta” olarak adlandırılan şey tam da budur: Doğal enerjisi törpülenmiş, başkasının onayına bağımlı hale gelmiş erkek.

Bana en çok gelen sorulardan biri şu: “Ben biriyle birlikte olduktan sonra neden hemen ona bağlanıyorum? Kendimi neden tutamıyorum?” Cevabım hep aynı: Çünkü seni böyle olmaya alıştırdılar. Duygusallıkla özdeşleşen her erkeğe “ne kadar duyarlısın” denilerek ödül verildi; ama o ödül, gerçekte onun erkekliğini sorgulayan bir tokattı. Bizim asıl sorunumuz, duygularımızın varlığı değil, onların kim tarafından şekillendirildiğidir.

Kadınlar duygularla hareket eder, erkekler ise yönle. Eğer bir erkeğin yönü yoksa, kadın onu yönlendirir. Bu yüzden, bir erkeğin kendi hayat amacını öncelemesi bir kibir değil, bir zorunluluktur. Kadınlar böyle erkekleri arar—her ne kadar bunu açıkça dile getirmeseler de. Kararlı, kendi yolunu bilen, “hayır” demeyi bilen, kendi tutkularına öncelik veren erkek… Aslında aranan budur. Ne kadar paradoksal görünse de, bir erkeğin kadını ikinci plana alması, kadının ona daha çok bağlanmasını sağlar.

Ama bu oyunun kuralı acımasızdır. Çünkü bu sistemde kadına verilen öncelik, erkeği kendi potansiyelinden uzaklaştırır. “Kadınsız eksik kalırsın”, “birlikte büyümek gerekir”, “evlilik seni tamamlar” gibi yüzyıllık sloganlarla erkek, kendi zirvesine yürüyemeden yön değiştirir. Oysa gerçek şu: Kadın bir tamamlayıcı olabilir, evet. Ama bir hedef olamaz. Kadın, bir erkeğin hayat yolculuğunda yan koltukta oturabilir; direksiyona geçmeye çalıştığında ise kaza kaçınılmazdır.

Hayatın başında verilen eğitimle, erkek çocuğu sevgiyi kazanmak zorunda olduğunu öğrenir. Onun için sevgi bir ödüldür; başarınca verilir, kurallara uyunca hak edilir. Ama bu zihinsel kurgu, onun her ilişkisinde “yetmeye çalıştığı” bir yapıya dönüşür. Kadını memnun etmek için yaşayan, onun mutluluğu uğruna kendini silen bir erkeğe dönüşmek, işte bu erken öğrenilmiş inançların sonucudur. Ne yazık ki, kadınlar da böyle erkeklere saygı duyamaz.

Çünkü saygı, bir erkeğin kendi sınırlarını koruyabilme kapasitesinden doğar. Kadın için erkek; güven demektir, yön demektir. Ama bu güven, onun her dediğini yapan bir pasiflikle değil, gerektiğinde mesafe koyabilen bir içsel güçle oluşur. Kadınlar, bir erkeğin “hayır” diyebilmesine, onun kendi alanını korumasına, kendi tutkularına sadık kalmasına hayranlık duyarlar. Bunu yapan erkek, ne kadar “kaba” görünse de, gerçek çekimi yaratan odur.

Ben her zaman şunu söylerim: Kadına göre şekil alan erkek, sonunda şekilsiz kalır. Çünkü bir süre sonra o kadının gözünde bir belirsizlik, bir kararsızlık, bir zayıflık haline gelir. Kadınlar söyledikleriyle değil, tepkileriyle gerçeği söyler. Eğer bir kadın “Seninle her şey daha güzel olacak” diyorsa, bu onun seni dönüştürmeye çalışacağının da bir işaretidir. Oysa kadınlar dönüştürmeye çalıştıkları erkeklerden değil, kendine sadık kalanlardan etkilenirler.

Birçok erkeğin yaşadığı içsel çelişki buradan kaynaklanır: Ya “iyi bir erkek” olur ve kaybeder; ya da “umursamaz” olur ve kazanır. Bu çarpıklık, toplumun erkeğe yüklediği çifte mesajların sonucudur. Erkeğin duygularını bastırması beklenir, ama duygusal bir bağ kurması da istenir.

Cesur olması gerekir, ama aynı zamanda kırılgan. İşte bu içsel çatışma, birçok erkeği kendi kimliğini kurmaktan alıkoyar. Ve sonunda kim olduğunu bilemez hale gelir.

Peki çözüm nedir? Kendi içine dönüp, yıllardır sana aitmiş gibi giydirilen tüm maskeleri tek tek çıkarmak. Seni “iyi çocuk” yapan, seni “uyumlu sevgili” haline getiren, seni “sorumlu ama silik eş” yapan tüm yazılımları silmek. Kendi zihinsel sistemini, yani senin içindeki erkekliğin denklemini yeniden yazmak. Bu kolay bir yol değildir. Ama eğer kendi hayatının mimarı olmak istiyorsan, başka çaren de yoktur.

Erkek için gerçek özgürlük, sadece dış dünyada değil, kendi içindeki zincirleri kırmakla başlar. Bir kadının gözünün içine bakarken, ona hayran olmak ile kendinden vazgeçmek arasındaki farkı bilmek gerekir. Ne yazık ki çoğu erkek bu farkı ayırt edemez. Aşık olur, ama aslında kendi gücünden feragat eder. Sevdiği kadının gözünde iyi görünmek için ruhunun omurgasını feda eder. Ve sonunda, kadının kaybettiği şey; onun sevdiği adam değil, kendine sadık olan adam olur.

Kadınlar, onları her şeyin merkezine koyan erkeklere değil; kendi merkezine sadık kalan erkeklere âşık olur. Çünkü aşk, bir boşluğu doldurmak için değil, iki tamamlanmış varlığın kesiştiği noktada ortaya çıkar. Eğer bir erkek, aşkı “eksikliğini tamamlayacak şey” olarak tanımlıyorsa, o ilişkide kendi içindeki boşluk büyür. Kadın, bu boşluğu hissettikçe; önce şefkat gösterir, sonra yönetmeye başlar, en sonunda ise sıkılır. Çünkü eksiklik çekici değildir.

Benim en çok duyduğum cümlelerden biri şudur: “Hocam, kadın beni artık eskisi gibi sevmiyor.” Ve ben hep aynı cevabı veririm: “Sen de kendini sevmeyi bırakmışsın.” Bir erkeğin özgüveni, sadece dış başarılarla değil; kendi iç sesiyle barışık olmasıyla mümkündür. Kadınlar, bunu sezgisel olarak fark eder. Eğer bir erkek, kendine olan saygısını kadının ilgisine bağlamışsa, o ilişkide özgürlük yoktur. Ve özgürlüğün olmadığı yerde, tutku da uzun ömürlü olmaz.

Toplum bize hep şunu öğretti: Kadın mutluysa, erkek görevini yapmıştır. Ama bu anlatı, erkeğin özünü değil; görevini vurgular. Oysa kadın mutlu olsun diye değil, sen kendi yolunda kalasın diye yaşarsın. Kadının yanında olman, senin yönünü kaybetmen anlamına gelmez. Aksine, kendi yönünü koruyarak kadına alan açarsın. Erkeğin kimliği, başkasını mutlu etmeye değil, kendini tanımaya dayanır. Ve asıl mutluluk, bu özdeşlikten doğar.

İlişki, iki insanın birbirini tamamlaması değil; iki insanın yan yana yürüyebilmesidir. Ne kadın, erkeğin annesi olmalıdır; ne de erkek, kadının kahramanı. Herkes kendi yükünü taşımalı, ama birlikte yürümeyi de öğrenmelidir. Fakat bu, ancak kendi zihinsel yapısını çözen, duygusal bağımlılıklarını fark eden, kendi denklemine sadık kalan erkeklerle mümkündür. Ve bu erkekler, çok azdır. Ama işte kadınların en çok özlediği şey de budur: Sadık değil, kendine sadık erkek.

Erkekliğin en büyük tuzağı, erken teslimiyettir. Daha hayallerin kök salmadan, bir kadının yanında “tamamlandığını” sanan erkek, aslında kendi gelişimini durdurur. Kadın bunu fark eder etmez önce onu beslemeye, sonra dizginlemeye, sonunda da terk etmeye başlar. Çünkü hiçbir kadın, kendi gelişimini tamamlamadan bir erkeğin içinde eriyen bir adamla uzun süre kalamaz. O adamın sesi zamanla silinir. Ve kadının kulağı, kendi yankısını duymak isterken boşlukla karşılaşır.

Erkek, bir kadının hayatına girdiğinde, onun hayatına yön değil; derinlik katmalıdır. Ama yönü olmayan bir adam, karşısındaki kadının yönünü taklit etmeye başlar. İşte o zaman kadın içten içe onu küçümser. Çünkü liderlik, sadece karar vermek değil; hangi yolda yürüneceğini bilmektir. Kadın, yönünü bilen adama hayran olur, ama kendi merkezine saplanan erkeği önce merhametle, sonra kayıtsızlıkla izler.

Bize çocukluktan beri öğretilen “kadını üzme, onu mutlu et” kalıbı, aslında erkeği özünden koparan bir tuzaktır. Çünkü bir kadını mutlu etmek, onun duygusal dengesizliklerine göre şekil almak demek değildir. Kadının mutlu olması, senin değişkenliğine değil, kararlılığına bağlıdır. Duygular geçer, ama yön kalır. Ve kadın, senin yönüne değil; yönün sabitliğine aşık olur. Duygusal tepkilerine değil, kararlı sessizliğine bağlanır.

İçinde taşıdığın Beta her zaman tetikte bekler. O seni, her kadının ilgisine karşı duyarlı, her tebessümde bağlanmaya meyilli, her kucaklamada teslim olmaya hazır hale getirir. Oysa erkekliğin özü, duygusal bağlılıkta değil; duygusal disiplindedir. Sevmek bir zayıflık değildir ama yönetilemeyen sevgi bir felakettir. Erkek, kendi kalbini yönetebildiği oranda güçlüdür. Yoksa her kadın, onun zihninin kaptanı, kalbinin sığınmacısı olur.

Büyük dönüşümler gürültüyle değil, sessizlikle gelir. Bir erkek, kendi içindeki yönü sessizce belirlediği an, artık eski kalıplara dönemez. Artık onun kadınlarla ilişkisi, “ben sevildim mi?” sorusundan “ben yolumda mıyım?” sorusuna evrilir. Ve kadın, artık onu anlamak için değil, ona yetişmek için çabalar. Bu noktada erkek, aranan olur. Peşinden koşulan, sınanan, ama sonunda saygı duyulan kişi olur. Ve bu saygı, aşkın en gerçek halidir.

Kadınlara duyduğun ilginin seni bir yere sürüklemesine izin verirsen, o yer genellikle senin merkezinden uzaktadır. Çünkü kadınlar merkezine sahip olmayan erkeklerden ya kaçar ya da onları yeniden şekillendirmek ister. Oysa erkek dediğin önce iç pusulasını bulur. Ve kadın, o pusulanın titreşimini hisseder. Kadın, rotasını bilen adama hayran olur. Kararsızlığa değil, kendi yönüne sadık kalana bağlanır.

Toplumun sana fısıldadığı “duygularını açıkça paylaş” çağrısı, çoğu zaman seni savunmasız bırakır. Erkeklik, duygularını bastırmak değildir ama kontrol etmektir. Ve bu kontrol, bir maske değil; bir iç denge meselesidir. Çünkü kadın, her şeyi açıkça konuşan adamı değil, derinliği olan adamı ister. Her duygusunu sergileyen değil, duygularına anlam ve mesafe katabilen adam iz bırakır.

Bir kadının seni “aptal, mal, geri zekalı” diye tanımladığı an, aslında en büyük kırılmayı yaşarsın. Çünkü o kelime, senin değişimini tanımlayamayan bir kadının panik refleksidir. Seni “eski seni”ye geri döndürme çabasıdır. Oysa sen eğer gerçekten değişiyorsan, artık birilerinin eski tanımlarına sığmazsın. Yeni sen, alışılmamış, kontrol edilemez ve bu yüzden etkileyici olur. Ve bu etkileyicilik, saygı doğurur. Saygı da aşkın zeminidir.

Bir erkeğin hayatına aldığı her kadın, onun zihinsel odağını ikiye böler. Eğer kadın, senin yönüne eşlik edebilecek biriyse bu bölünme senin için bir büyüme olur. Ama çoğu zaman erkekler, yönlerini kadınla birlikte çizer ve sonra yönsüzlüğü kadının ilgisizliğiyle açıklamaya çalışırlar. Asıl mesele kadında değil, senin yönsüzlüğündür. Kadın bir sınavdır; seni kendin olmaktan çıkaran değil, seni kendine sabitleyen kadın anlamlıdır.

Kendini “güzel bir ilişki” fikrine kaptırmış her genç adam, aslında özgürlüğünden vazgeçer. Ve bu vazgeçişin farkına vardığında çoğu zaman çok geçtir. Çünkü o güzel ilişki, bir süre sonra adamın tutkularını törpüleyen, risk alma isteğini söndüren, hedeflerini ikinci plana atan bir bataklığa dönüşür. Oysa bir erkek, ancak tutkularını yaşadığında gerçek bir ilişki kurabilir. Ve kadınlar, en çok tutkularını kaybetmeyen erkeklere âşık olur.

Aşk sandığımız şey çoğu zaman alışkanlığın, korkunun ve arzunun birbirine dolanmış halidir. Bir kadına bağlandığında, onu sevdiğini zannedersin. Oysa çoğu zaman sadece onun sana sunduğu duygusal garantiyi istersin. O yanındayken bir “bütün” olduğunu sanırsın. Gerçekte ise, kendi bütünlüğünü inşa edememiş bir adam, aşkı değil, bağımlılığı yaşar. Kadınlar, bağımlı erkeklere değil, bağımsız ruhlara çekilir.

Kadınlar için aşk bir ödüldür; erkekler içinse bir görev gibi öğretilmiştir. Bu ters orantı, erkeğin sürekli vermesini ve kadının sürekli almasını meşrulaştırır. Oysa ilişkilerde hakiki denge, iki tarafın da kendi merkezinde güçlü olmasıyla kurulur. Sen kendi hayatını kadın merkezli inşa edersen, kadın seni kendi hayatına yedek parça gibi dahil eder. Ve o parçayı, zamanı geldiğinde değiştirir.

Gerçek özgürlük, kadınsız kalmakla ilgili değildir; bir kadının ilgisine muhtaç olmamakla ilgilidir. Çoğu erkek, yalnız kalma korkusuyla seçim yapar. Oysa yalnız kalma korkusu, seni hayatınla ilgili en büyük yanlışlara sürükler. Bir kadının “varlığı” değil, senin “varoluşun” önemlidir. Ve bu varoluş, ancak kendi yolunda yürüyen bir adam tarafından inşa edilir.

“Kadınlar hayal öldürür” sözü, birçok erkekte savunma duvarı olarak yer eder. Ama gerçek şu: Kadınlar hayalleri öldürmez; sen, bir kadının sevgisini kazanmak uğruna kendi hayallerini öldürürsün. Bu intiharın suçunu da ona yüklersin. Oysa aşk, senin eksilmene değil, tamamlanmana hizmet etmeli. Eğer sen eksiliyorsan, bu aşk değil, bir teslimiyettir. Ve teslim olan erkek, aşk değil, esaret yaşar.

Çoğu erkek, kadınların kendilerini “tamamlamasını” bekler. Fakat kadınlar, eksik erkekleri değil, tamamlanmış erkeklerin ışığını arar. Çünkü tamamlanmış bir adam, “ihtiyaç” duymaz, “ister”. Ve bu fark, kadının gözünde büyük bir ayrım yaratır. İhtiyaç duyulan kadın baskı hisseder; istenen kadın ise kendini değerli hisseder. Bu yüzden önce kendini tamamla, sonra hayatına kimi dahil edeceğine karar ver.

Bir erkek kendini ne kadar iyi tanırsa, bir kadının onu ne kadar tanıdığı artık o kadar önemsizleşir. Çünkü erkek, kendi hakikatine ulaşmışsa, başkasının ona biçtiği değer ya da anlam, içsel dünyasında yankı bulmaz. Kendi denklemini çözmüş bir adam, bir kadının onu anlamasını beklemez; çünkü zaten anlaşılması gereken kişi değil, kendi anlamını yaratan kişidir.

Kadınlara yönelttiğimiz “beni neden terk etti” sorusu aslında kendimize sormamız gereken bir çığlıktır: “Kendimi ne zaman terk ettim?” Çünkü bir kadın seni terk ettiğinde, aslında çoğu zaman sen zaten kendini çoktan bırakmışsındır. Kendi hayatını, onun ilgisine göre düzenlemeye başladığın an, sen artık sen olmaktan çıkmış, onun uzantısı haline gelmişsindir.

Aşk, başkasının elinde şekillenecek bir malzeme değildir. Aşk, önce kendinle kurduğun bir sadakattir. Ne hissettiğini bilmek, ne istediğini bilmek ve neye razı olmayacağını bilmek. Bunları bilmeden birine bağlanan adam, bağlanmaz; sürüklenir. Ve bir erkek sürüklendiği yerde aşkı yaşadığını sanır. Oysa aşk, yönü olan adamların taşıyabileceği bir duygudur.

Kadınlar ilgiyi sever, ama ilgiye teslim olmuş bir adamı değil. Aradaki fark, bir kadına dokunan adamla, ona tapan adam arasındaki fark gibidir. İlgi göstermek erkeği zayıf kılmaz, ama ilginin ölçüsüzlüğü, adamı kadının elinde şekil alan bir hamura çevirir. Ve hiçbir kadın, kendi ellerinde yoğurduğu bir adamı sonsuza kadar çekici bulmaz.

Hayatının direksiyonunu bir kadının duygularına teslim ettiğin anda, sadece aşkı değil, yönünü de kaybedersin. Kadınların “beni anlamıyor” dediği erkekler, çoğu zaman kendilerini anlatmayan erkeklerdir. Çünkü anlamak, çoğu zaman anlatmaktan geçer. Ama anlatmak için önce içini bilmeli, sonra kelimelere dökmelisin. İşte erkekliğin özü burada başlar: İçine bakmak, kendini tanımak ve kendi sözünü kurmak.

Bir erkek, kendi hayatını kurmadan bir kadının hayatına girmemelidir. Çünkü kendi temeli olmayan bir adam, başkasının evinde misafir gibi yaşar. Kadının beklentileri, istekleri, ruh halleri onu yönlendiren ana pusula haline gelir. Ve erkek, kendi yönünü kaybettiğinde sevgi zannettiği şey aslında sadece yönsüzlüğünün acısını dindiren bir oyalamadır.

Bazı erkekler kadınlara güvenmedikleri için değil, kendilerine güvenmedikleri için yıkılır. Çünkü bir kadının ne yapacağına değil, senin neye izin vereceğine bakılır. Sınırları olmayan bir adam, güvenin değil, belirsizliğin temsilcisidir. Kadınlar güvensizlikten değil, yönsüzlükten kaçarlar. Ve yönsüz erkekler, her terk edilişte bir kadınla değil, kendileriyle vedalaşır.

Sadakat, bir söz değil, bir duruştur. Kadına sadakat, önce kendine sadakatten doğar. Kendi prensiplerine, kendi zamanına, kendi amaçlarına sadık olmayan adam, kadına da sadık kalamaz. Çünkü onun sadakati, bir bağlılık değil, bir bağımlılıktır. Ve kadınlar, önce hayran oldukları şeylere sonra onlardan sıkılarak uzaklaşırlar. Sadakat, ancak hayranlıkla beslenirse yaşar.

Bugünün ilişkilerinde en büyük kayıp, bir adamın kendi ağırlığını yitirmiş olmasıdır. Kadınlara cazip gelen şey, adamın görünüşü değil, taşıdığı dünya ağırlığıdır. Hangi kararı nasıl aldığı, neye evet neye hayır dediği, ne için sabrettiği, neyi kabul etmediğidir. Bu ağırlık kaybolduğunda, kadın o adamı artık ‘eş’ olarak değil, ‘yük’ olarak görmeye başlar.

Kadınların, güçlü erkekleri seçmesi tesadüf değildir. Çünkü kadınlar, bir adamın gücünde sadece koruma değil, yön görürler. O yön, kadının içindeki kaosla baş etmesini sağlar. Ama o erkek, kendi gücünü kadının sevgisine bağladığında, artık yön değil, onay arar. Ve o andan itibaren kadınlar onunla değil, onun üzerinden hayata hükmetmeye başlarlar.

Bir kadını elde etmek, onun dikkatini çekmekle değil, kendi dikkatini yönetmekle başlar. Kadınlara karşı zaafları olan bir adam değil, tutkularına karşı sadakati olan bir adam değerlidir. Çünkü kadınlar, kendilerine değil, bir amaca sadık adamların peşinden giderler. O adamın gözünde bir hedef varsa, kadın o hedefin parçası olmak ister. Ama hedef sadece kadınsa, kadın çoktan kazanılmış ve çoktan kaybedilmiştir.

İnsanlar senin ne yaptığınla değil, neye razı geldiğinle ilgilenir. Kadınlar da öyledir. Eğer bir kadın sana hoyrat davranıyor, seni önceliklendirmiyor ya da seni deniyorsa, aslında senin sınırlarını çizmeni bekliyordur. Sınırı çizdiğinde saygı duyar, çizmediğinde seninle oynamaya devam eder. Çünkü sınır, güven yaratır. Ve bir kadın, en çok güvende olduğu erkeğe sadık kalır, özgür olduğu erkeğe değil.

Bir adamın karakteri, kriz anlarında ortaya çıkar. Kadınlar bunu sezgisel olarak test eder. Telefonlara geç dönmen, planları iptal etmen ya da mesafeni koruman onların kafasında sadece “oyun” değildir; bir bakıma senin kararlılığını, odaklanmanı ve duygusal bağımlılığa karşı direncini ölçer. Eğer her dalgalanmada yönünü kaybediyorsan, kadın senin kaptan olmadığını anlar. Ve kadınlar, yöneten değil, yön bulan adamları sever.

Erkek olmak, kadınları etkilemek değil, kendi dünyasını kurmaktır. Kadınlar senin bu dünyana dahil olur ya da olmaz. Ama eğer dünya yoksa, kadın senin hayatında merkez olur. Ve merkez olan her şeyin bedeli olur. Kadınlar güçlü erkeklere değil, merkezde olmayan ama merkez gibi davranan erkeklere yüklenir. Çünkü merkezdeki adam, zaten merkezde kalmak zorunda değildir.

Erkekler, genelde “ilişki yürütme” sorumluluğunu üzerlerine aldıklarında kaybeder. Çünkü bir ilişki yürütülmez; ya birlikte yürünür ya da bırakılır. Kadınlar, ilişkide sürüklenmekten değil, yönlendirilmekten hoşlanır. Ama bu yönlendirme; baskı değil vizyondur. Eğer senin bir vizyonun yoksa, kadınlar kendi vizyonlarını senin üzerine giydirir. Ve sonunda sen, bir kadının hayat senaryosundaki figüran olursun.

Kadınlara gösterilen ilgi, erkek için bir değerin değil, bir yönsüzlüğün işaretidir. Çünkü gerçek erkeklik, ilgi dağıtarak değil, dikkati toplayarak inşa edilir. Ne kadar çok kadına ilgi gösteriyorsan, o kadar kendinden uzaklaşıyorsundur. Ve kadınlar bunu bilir. Bir adamın sadakati başka bir kadına değil, kendi misyonuna olmalıdır. Çünkü misyonuna sadık olmayan bir adam, hiçbir kadına sadakat gösteremez; sadece mecburiyet yaşar.

Modern ilişkilerin en büyük trajedisi, rollerin karışmış olmasıdır. Kadınlar erkekleşti, erkekler ise duygusal olarak kadına dönüştü. Bir kadın bir erkekten ‘hassasiyet’ bekliyorsa, aslında onu anlamaya değil, onu yönlendirmeye hazırlanıyordur. Kadının içgüdüsü, hâkimiyeti elinde tutmak için değil, ona teslim olmak için vardır. Ama erkek, kendi merkezini kaybettiğinde, teslim olunacak bir zemin de bırakmaz.

Kadınların “iyi erkek” olarak tanımladığı figür, çoğu zaman kendilerine zarar vermeyecek, onları üzmeyecek, onları merkeze koyacak adamdır. Ama bu adam, aynı zamanda onlar için arzu nesnesi değildir. Kadının gönlüne değil, zihnine hitap eden erkek, onun ilgisini değil, annelik içgüdüsünü tetikler. Ve bir kadın, annelik yaptığı adamla sevişmez. Bu yüzden “iyi adamlar” kaybeder, çünkü onlar sevilmek değil, korunmak için seçilmiştir.

Bir kadının seni ‘adam etmeye’ çalışması, seni sevdiği değil, seni değiştirmek istediği anlamına gelir. Ve bu, erkekliğe açılmış en dolaylı savaştır. Kadınlar seni değiştirdikçe senden soğurlar, çünkü değiştirdikleri şeyin artık ilk tanıdıkları şey olmadığını fark ederler. Bu yüzden erkek, kendi merkezini korumak zorundadır; değişmek değil, dönüşmek gerekir. Ve dönüşüm içeriden gelir, dış taleplerle değil.

Kadınlara hayır diyemeyen bir erkek, kendine de hayır diyemez. Ve kendi sınırını çizemeyen bir adam, sadece kadınların değil, hayatın her alanında harcanır. Çünkü kadınlar, kendilerine her şeyi veren adamı sevmez; sınır koyan adamı hatırlar. Hatırlanmak, sevilmekten daha derin bir güce işarettir. Çünkü kadınlar bazen sever, bazen unutur. Ama güçlü bir iz bırakan adam, hiçbir zaman silinmez.

Erkek, kadınla tamamlanmaz. Erkek, kendini tamamladığında kadın ona yönelir. Bir kadının seni eksik parçan gibi hissettirmesi romantik değil, tehlikelidir. Çünkü bu his, seni kendinden uzaklaştırır. Oysa erkek, önce kendi varlığını tamamlamalı, sonra yanına kimi kabul edeceğine karar vermelidir. Tamamlanmak için kadına yönelen adam, her zaman eksik kalacaktır.

Erkekliğin krizi, tanım krizidir. Artık erkekler neyin erkekçe olduğunu bilmiyor; çünkü kadınlara yaranmaya çalışan bir ahlak, erkekliği suç haline getirdi. Oysa erkeklik, yaranarak değil, yön vererek var olur. Kadınlar güçlü erkeği sever derken, kast edilen kas gücü değil, yön belirleme gücüdür. Kendi yönünü bilmeyen adam, kadının rotasında sürüklenir ve bu sürüklenişin adı aşk değil, kayıptır.

Bir kadının gözündeki değerin, onun seni ne kadar ‘kontrol edebildiğiyle’ ters orantılıdır. Ne kadar yönetilemezsen, o kadar etkileyicisindir. Ama burada karıştırılan bir şey vardır: Erkeğin duygusuz olması değil, duygularına hâkim olması gerekir. Soğukluk, erkekliğin değil, travmanın sonucudur. Asıl mesele, sıcak kalıp yanmamak; yaklaşmak ama teslim olmamaktır.

Kadınların sadakati, genellikle erkeğin karizmasına değil, kendi duygusal ihtiyaçlarına olan sadakatidir. Bu yüzden bir kadın seni değil, onunla nasıl hissettirdiğini sever. Ve bu his, sen değiştiğinde değişir. O yüzden erkek, kadına değil, kendi özüne sadık kalmalıdır. Çünkü duygular değişir, ihtiyaçlar değişir, insanlar değişir ama karakter kalır.

Bir erkek, bir kadını mutlu etmeye çalıştıkça kendi huzurundan olur. Çünkü kadının mutluluğu, sabit bir hedef değil, sürekli yer değiştiren bir haritadır. Bu haritada yol bulmaya çalışmak yerine, kendi pusulana güvenmen gerekir. Kadın mutlu olacaksa, senin merkezinde olmandan dolayı mutlu olur. Onun ruh haline göre değişen bir adam değil, ruh halini değiştiren bir adam olmalısın.

Aşk, bir erkeğin hayatında anlamlıdır; ama merkez olmamalıdır. Aşk, ateş gibidir: Mutfağında olursa seni besler, eğer evinin ortasına kurarsan seni yakar. Kadını hayatının merkezine alan erkek, yönünü kaybeder. Çünkü aşk, erkeğe yön vermez; erkek, aşkı yönlendirir. Aksi halde sevdiği kadın, onun en büyük zaafına dönüşür.

Kadının seni seçmesi kadar, senin kimi seçtiğin de bir o kadar önemlidir. Bugün pek çok erkek, yalnızca seçilmenin heyecanıyla kendini kaybediyor. Oysa seçilmek, değerli olmakla aynı şey değildir. Asıl değer, seçen olmaktır. Erkeğin kararı, kendi yönünü temsil eder. Kiminle olmak istediğin değil, kiminle olmak istemediğin seni tanımlar.

Kadın, erkeği fethetmek istemez; fethedilmiş bir erkeğe hayran kalmaz. Mücadele edilen, ulaşılması zor olan, kendi merkezini koruyabilen erkek ilgisini çeker. Çünkü ulaşmak bir ödüldür ve her ödül bir bedel gerektirir. Ulaşılamayan erkek, gizemiyle değil, öz değeriyle güçlüdür. Kadın, onun kim olduğunu değil, onun kendini kim olarak yaşadığını sever.

Eğer bir erkek kadını mutlu etme takıntısıyla yaşarsa, bir gün onu güldüremediğinde bütün değerini kaybetmiş hisseder. Oysa değer, kadının gülüşüne değil, erkeğin duruşuna bağlıdır. Senin kim olduğun, onun ruh haline göre değişmemelidir. Kadının gözündeki yerin, onun gününe göre değil, senin özüne göre sabit olmalıdır.

Gerçek erkeklik, duygularını bastırmak değil, duygularının efendisi olmaktır. Bir kadına âşık olmak zaaf değildir; fakat onun uğruna kendini silmek ölümdür. Aşk, seni büyütüyorsa iyidir. Ama seni küçültüyorsa, aşk değil bağımlılıktır. Her duygunun ardından gitmek erdem değil, savrulmadır. Erdem, duygunun içinde kalıp aklınla yön vermektir.

Bir kadının sana verdiği sevgi, onun karakterini göstermez; senin neye izin verdiğini gösterir. Kadınlar bazen bir erkeğe değil, onun sunduğu rahatlığa âşık olurlar. Ama erkek, verdiği rahatlıkla değil, gösterdiği sınırla saygı kazanır. Her şeyi veren erkek değil, neyi ne zaman verdiğini bilen erkek değerlidir.

İlişkide denge, iki kişinin birbirine eşit olmasıyla kurulmaz; her iki tarafın da kendi iç dünyasında tamam olmasıyla kurulur. Kadın eksik olduğu için seni aramamalı; sen de boşluğunu doldurması için kadını seçmemelisin. Birbirine yaslanan değil, yan yana yürüyen iki birey gerçek bir ilişki kurabilir.

Modern erkek, aşkı bir kurtuluş sanıyor. Sevilmenin onu geçmişin yaralarından temizleyeceğini, onu hayata bağlayacağını düşünüyor. Ama bu, karşısındakine yüklenmiş büyük bir beklenti. Ne kadın bir terapi aracı, ne ilişki bir sığınaktır. Aşk, iyileşmiş ruhlar arasında dans edebilir; yaralı ruhlar arasında ise yalnızca birbirini kanatır.

Erkeğin en büyük hatası, sevgiyi kanıksamaktır. Ona sürekli değer veren, onu önemseyen bir kadını bir süre sonra “zaten hep böyleydi” diyerek görmezden gelmesidir. Kadının sevgisi garantili sanıldığında, o sevgi yavaşça geri çekilir. Sevgi, ilgi ister; ama ilgi yalnızca sözcüklerle değil, varlıkla gösterilir.

Bir kadına “seni seviyorum” demek kolaydır; zor olan “kendimi de seviyorum” diyebilmektir. Çünkü kendini seven erkek, kadının sevgisini yalvararak değil, paylaşarak yaşar. Kendini seven erkek, vazgeçilmez olmaya değil, özgür olmaya değer verir. Ve kadının en çok âşık olduğu erkek, onunla özgürce kalan ama gerekirse ondan özgürce giden erkektir.

Aşk, kontrol isteyen bir zihinle değil; bırakmayı bilen bir karakterle yaşanır. Ama erkek çoğu zaman kontrol ederek sever. Kaybetme korkusu, onu yönetmeye iter. Ne var ki, birini kontrol ettiğin anda, o artık seninle olmuyor olur. Seni seçmiyor, sadece senden kaçınmıyor. Kontrol, sevgiyi yaşatmaz; onu tüketir.

Kadınların neden “kötü çocuklara” çekildiğini anlayamayan erkek, hâlâ kendi iyi niyetinin yeterli olduğunu sanır. Ama mesele niyet değil, sınırdır. Kötü çocuk, istemeden de olsa sınır koyar. İyi erkek ise sürekli sınırlarını ihlal ettirir. Kadın, sınırları olan erkeğe güvenir; çünkü sınır, gücün göstergesidir.

Kendi hayatını kuramamış bir erkek, bir ilişki kuramaz. O sadece ilişkiyi yaşamak değil, ona tutunmak ister. Tutunan, bağlı olmaz. Bağlılık gönüllüdür, tutunmaksa mecburidir. Kadın mecburiyeti hissettiği anda, oradan uzaklaşır. Çünkü sevgi, özgürlük ister. Tutsaklıkla beslenmez, onunla boğulur.

Kadınlar, kendi hayatı olan erkeğe saygı duyar. Her an yanında olan, tüm zamanını ona ayıran değil; gerektiğinde hayır diyebilen, kendi ajandası olan, hedefleri için kaybolan erkeğe. Çünkü kadın, kendi varlığını tanıyan erkeğe yaklaşır. Ona bir hayat kurmak değil, onun hayatında yer almak ister.

Bir ilişkide “önce o beni sevsin” diyen erkek, zaten kaybetmiştir. Sevgi bir strateji değildir. Ama değerli olmayı bilen erkek, zaten sevilecek hâle gelir. Kadını manipüle etmeye değil, kendini inşa etmeye odaklanan erkek, zamanla kadının da pusulası olur. Çünkü erkek yönünü bulduğunda, kadın yönünü ona döner.

İlişkide en tehlikeli an, kadının seni artık “anlamaya çalışmaması”dır. İlk başta sana hayran olan kadın, seni çözmeye çalışır, merak eder. Ama zamanla öngörülebilirliğin arttıkça, o merak da tükenir. Kadının ilgisi, çözülmemiş erkeğe yönelir. Bir erkek, her şeyiyle okunmuşsa, bir daha yazılmaz.

Erkeğin en büyük aldanışı, kadının sevgisini hak ettiğini sanmasıdır. Oysa kadın sevgisini verir; ama bunu neden verdiğini çoğu zaman kendisi de bilmez. Çünkü kadın seçer, hesap etmez. Erkek ise hesap ederek sever. Ve işte bu yüzden, kadın seçerken dürtüleriyle, erkek severken mantığıyla yanılır.

“Ben onun için her şeyi yaptım” cümlesi, terk edilmiş erkeklerin ortak yalanıdır. Gerçekte yaptıkları şey, kadının sorumluluğunu almaktır. Kadına verilen her destek, onun gözünde puan getirmez; aksine seni bir kurtarıcıya değil, bir hizmetkâra dönüştürür. Kadın, kurtarıcıya değil, yanında durana bağlanır.

Kadının ilgisi, bir erkeğe değil; o erkeğin çevresinde yarattığı enerjiye yönelir. Güçlü bir aurası, kararlı bir yönü ve net bir duruşu olan erkek, kadının ilgisini çeker. Kadın, etrafında oluşan bu çekime kapılır. Çünkü bir erkek, ne yaptığıyla değil, kim olduğuyla ilgilidir. O nedenle erkek, önce kendini inşa etmelidir.

Gerçek özgüven, kadının ilgisine ihtiyaç duymayan erkekte doğar. Bu erkek, sevilmek için şekil değiştirmez; kendi şekliyle sevilecek kişiyi bekler. İlişkide kendini kaybetmeyen erkek, kadını da kendine bağlar. Çünkü kadın, peşinden koşanı değil, peşinden gitmeye değer olanı seçer.

Bir erkeğin “iyi biri” olması, onun “arzu edilen biri” olmasıyla aynı şey değildir. Kadın, iyiliği takdir eder ama arzusunu harekete geçiren şey, o erkeğin sınırları, özgüveni ve duruşudur. “İyi adam” kadın için güvenlidir ama heyecan vermez. Heyecan, öngörülemezlikle; güven ise sınırla beslenir.

Kadının gözünde erkek, ne kadar meşgulse o kadar değerlidir. Çünkü meşguliyet, önceliklerin olduğunu gösterir. Her an ulaşılabilir olmak, kendine ait bir hayatın olmadığını fısıldar. Oysa kadın, kendi merkezinde bir adamla birlikte olmak ister. Onun hayatında yer edinmek için çaba göstermek ister.

Erkek için ilişkideki en büyük tehlike, kadının gözünde “alışkanlığa” dönüşmektir. Alışkanlık, rahatlatır ama heyecanı öldürür. Kadın seni ne kadar öngörebiliyorsa, o kadar da senden uzaklaşır. Aradaki mesafe, her zaman ölçülü olmalı. Ne çok yakın, ne çok uzak. Tam da merakla ilgiyi diri tutacak kadar.

Kadın, erkekten ne söylediğini değil, neye inandığını duymak ister. Sözlerin değil, tutarlılığın konuşur. Duruşun netse, kadın seni anlamak için kelimelere ihtiyaç duymaz. Ama tavırların çelişiyorsa, seni anlamaya da, sana güvenmeye de gerek duymaz. Çünkü güven, kelimelerle değil, tekrarla kurulur.

Kadın, seni ancak kendine karşı netsen ciddiye alır. Sürekli karar değiştiren, kendi ilkelerini kadına göre esneten erkek, kadının gözünde erimeye başlar. Netlik, erkekliktir. Çünkü kadının karar verene değil, kararı önceden vermiş olana ihtiyacı vardır. Onu etkileyen şey, karar anı değil, kararın duruşudur.

Kadınlar sözlere değil, senin kadınlar karşısındaki haline bakar. Diğer kadınlara nasıl davrandığın, onun seni nasıl konumlandıracağını belirler. Eğer her kadına aynı ilgiyi, aynı ilgisizliği, aynı mesafeyi gösteriyorsan, onun gözünde sıradan olursun. Ama kadınlar karşısında seçiciysen, kadının dikkatini çekersin.

Bir kadına “seninleyken başka kimseyi düşünmüyorum” demek romantik değil, zayıflıktır. Kadın, zihni yalnızca ona kilitlenmiş bir erkeği değil, hayatı olan bir adamı arzular. Kendi tutkularının peşinde koşan adam, kadına asla ait değildir ama bu tam da onu daha çekici kılar. Çünkü ait olmayanı kazanmak, kadının içgüdüsünü tetikler.

Erkeğin en büyük hatası, bir kadının onun hayatının merkezine oturmasına izin vermesidir. Bu onu hem ilişkiyi hem kimliğini kaybetmeye götürür. Kadın, merkeze geçtiği anda ilgisini yitirir çünkü artık senin değil, onun oyun alanında oynuyorsundur. Kendi oyununun hâkimi olmayan adam, kadının gözünde erkekliğini kaybeder.

Kadın, seni ancak senin kendine verdiğin değer kadar değerli bulur. Eğer kendini değersizleştiriyorsan, o da seni değersiz görür. Bu değeri sadece sözle değil, seçimlerinle ve sınırlarınla gösterirsin. Kendi standartlarını koruyan erkek, kadına istemese bile saygı duymayı öğretir.

Erkek, kadının hayalini süsleyen biri değil; hayatını zorlayan biri olmalıdır. Kadın, kolay elde ettiğini küçümser, zor ulaştığını büyütür. Eğer onu zorlayan, düşündüren, kendi duygularını yeniden değerlendirmesine neden olan bir adamsan, seni unutamaz. Çünkü sen onda yalnızca bir adam değil, bir dönüşüm olmuşsundur.

Kadın, en çok zihninde taşıdığı adamı arzular. Fiziksel yakınlık geçici, zihinsel etki kalıcıdır. Onun kafasını meşgul edebilen adam, vücuduna da kolayca ulaşır. Ama yalnızca vücudunu hedefleyen adam, kadının zihninde yer edemez. Kadın, önce kafasında bir adama bağlanır, sonra kalbinde yer açar.

Bir kadın sana “ne düşünüyorsun?” diye sorduğunda aslında merak ettiği düşüncen değil, kimliğindir. Bu soruyla senin içinde neyin baskın olduğunu görmek ister. Karar mı, şüphe mi? Güç mü, kararsızlık mı? Bu sorular kadın için testtir. Ve kadın, test ettiği adamı farkında olmadan ya arzulayacak ya da eleyip geçecektir.

Kadın seni her zaman gözlemliyordur, özellikle de sen izlenmediğini sandığında. Karar anlarında, öfkelendiğinde, zorlandığında gösterdiğin tutumlar; onun sana dair gerçek kararını belirler. Çünkü kadın, senin nasıl hissettiğine değil, o duyguyla ne yaptığınıza bakar. Duygularını yöneten adam, kadının dünyasına girer.

Kadın, senin özgürlüğünden çaldıkça kendi özgüvenini artırır. Ama sen özgürlüğünden vazgeçtiğinde, o da seni küçümsemeye başlar. Çelişkili gibi görünse de kadının sana en çok bağlandığı an, seni tam olarak bağlayamadığını hissettiği andır. Bağ kurmak ister ama zincir takmak kadının içindeki kadınlığı öldürür.

Gerçek çekicilik, senin bir kadına ne söylediğinde değil, ona nasıl hissettirdiğindedir. Ve bu his, çoğu zaman kelimelerle değil, enerjinle geçer. Karşısında dik duran, gözünü kaçırmayan, kararlarından ödün vermeyen bir adam, kadına sadece ilgi değil; bir sarsıntı yaşatır. Kadın, bu sarsıntıyı aşk sanır.

Kadına kendini adamış erkek, aslında kendini unutmuş erkektir. Oysa kadın, kendini unutanı değil, kendini bilen erkeği arzular. Kendisini bilen adam, kadına ne vereceğini değil, kadından ne alacağını da düşünür. Bu denklemde kaybeden, sadece vermeyi görev bilen erkektir.

Bir kadına hayır diyemeyen erkek, zamanla kendisine de hayır diyemez hâle gelir. Kadın için sınır çizmek, ona uzaklaşmak değil, ona netlik kazandırmaktır. Kadın, sınırı olan erkeği güçlü bulur çünkü o sınırın ardında bir dünya olduğunu hisseder. Sınırın yoksa, seni keşfetmeye de değmezsin.

İlişkide kadın senden bir şey isterken asıl görmek istediği şey, senin kendi doğrularına ne kadar sadık kalabildiğindir. Onu memnun etmek mi, kendine sadık kalmak mı? Bu ikilemde kendinden vazgeçen erkek, kadının gözünde hem değerini hem de etkisini yitirir.

Kadın, bir adamın her şeyini bilmek istemez. Bilinmezlik, kadın zihnini tahrik eder. Her gün seni çözebilmesi, seni istemeye devam edebilmesidir. Eğer tüm sırlarını erken açarsan, kadının çözümleyecek merakı kalmaz. Merak olmayan yerde, kadınlık da, arzular da yavaş yavaş sönmeye başlar.

Kadının karşısında hep güler yüzlü, hep anlayışlı, hep uygun olmaya çalışan erkek, kendisini bir ‘hizmet’e indirger. Bu tür adam, kadına huzur değil sıkıntı verir. Kadın, kendisiyle eşleşecek güçlü bir benlik arar; sürekli anlayan değil, bazen anlamayan ama kararlılığından ödün vermeyen bir erkek ister.

Kadının duygusal fırtınalarını dindirmeye çalışmak çoğu zaman nafiledir. Senin görevin onu yatıştırmak değil, o fırtınanın ortasında sarsılmadan durabilmektir. Kadın, duygusal fırtınasında seni yıkamıyorsa, sana sığınır. Sarsılmaz olmak, kadını kazanmanın en güçlü yoludur.

Kadınların “erkek olamamış erkekler”e duyduğu öfke, çoğu zaman bilinçdışı bir hayal kırıklığıdır. Çünkü her kadın, içinde hâlâ “bir erkek bana yön verebilir” duygusunu taşır. O yönü gösteremeyen erkek, kadında sadece hayal kırıklığı değil, kadınlığına dair bir boşluk da yaratır.

Bir kadınla ne kadar vakit geçirdiğin değil, o vakitte nasıl bir iz bıraktığın önemlidir. Kısa ama etkili bir karşılaşma, uzun ama silik bir birliktelikten daha kalıcıdır. Kadının hatırladığı, birlikte yaşanılan zaman değil; o zamanda hissettikleridir. His bırakan adam, iz bırakır.

Kadının seni terk etmesi, senin yetersizliğinden değil, fazlalığındandır. Ona her şeyi vermen, artık sana dair merak kalmamasıdır. Kadın, boşluk ister, mesafe ister, o boşluğa hayal kurmak ister. Her boşluğu dolduran erkek, kadın için boğucu ve öngörülebilir olur. Bu yüzden gider.

Kadın hayatının amacı değil, eşlikçisi olmalıdır. Senin yönün varsa, o sana katılır. Ama yönün yoksa, o seni bir yerlere sürükler. Erkeklik, sadece kadını elde etmek değil, kadına bir yön ve hikâye sunabilmektir. Ve en nihayetinde, hikâyenin baş kahramanı kadın değil, sensin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir