![Nöropsikoloji](https://medmindist.com/wp-content/uploads/2025/02/Artboard-1.png)
İnsan beyni ve bilinç arasındaki ilişki, tarih boyunca birçok bilim insanı ve filozofun ilgisini çekmiştir. Freud’un bilinçdışı ve id kavramları, modern nörobilim ile nasıl örtüşmektedir? Bu yazıda, doğuştan gelen ihtiyaçlarımızın duygularımızı nasıl şekillendirdiğini ve bilincimizin nasıl oluştuğunu detaylı bir şekilde ele alacağız.
İnsan Beyni Boş Bir Levha Değildir
İnsan beyni doğuştan gelen belirli ihtiyaçlarla donatılmıştır. Freud’a göre, organizmanın temel ihtiyaçları belirli bir noktaya kadar otonom olarak düzenlenirken, belirli bir eşikten sonra zihinsel süreci harekete geçirirler. Bu süreç, Freud’un “id” olarak tanımladığı bilinçdışı dürtülerle şekillenir. Ancak, modern nörobilim çalışmaları, bu süreçlerin yalnızca korteks ile sınırlı olmadığını, beynin daha derin bölgelerinde de bilinç oluştuğunu ortaya koymuştur.
![](https://images.squarespace-cdn.com/content/v1/61a7ddc0499c4c1354847027/5a2f26b8-33d0-4d78-9817-2f964cae675e/93DFB06B-2CB4-45AF-8241-C4DBC586E71F.png)
Bilinç ve Duyguların Kaynağı
Freud’un varsayımına göre, id’in talepleri bilinçli hale geldiğinde kortekste işlenir. Ancak 1949 yılında Moruzzi ve Magoun’un yaptığı çalışmalar, bilincin korteksten ziyade beyin sapında, özellikle “genişletilmiş retikülotalamik aktivasyon sistemi” (ERTAS) olarak adlandırılan bölgede oluştuğunu göstermiştir. Penfield ve Jasper (1954) de benzer bulgular elde ederek epileptik nöbetlerin bilinci yalnızca “merkezensefalik bölgeye” yayıldığında kaybolduğunu gözlemlemiştir.
Bu bulgular, bilincin yalnızca dış dünyadan gelen algılarla değil, aynı zamanda içsel süreçlerimizle de şekillendiğini ortaya koymaktadır. Yani, bilinç, dış dünyadan gelen duyumlarla akıp gelen bir şey değil, beynin iç dinamiklerinden doğan bir fenomendir.
Duygular ve Psikolojik Süreçler
Modern nörobilim, Freud’un varsayımlarını daha ileri taşıyarak, duyguların kortekste işlenmeden önce beyin sapında hissedildiğini göstermektedir. Bu doğrultuda, Panksepp (1998), Damasio (2018) ve Solms (2013) gibi araştırmacılar, duyguların oluşum sürecini detaylı bir şekilde açıklamışlardır. Özellikle, beyin sapının üst bölgelerinde yer alan “Periaquaductal Gray” (PAG) bölgesinin, yoğun duygusal deneyimlerle ilişkili olduğu belirlenmiştir.
Duygularımızın kaynağı olan bu sistemlerin zarar görmesi, korteks hasarına kıyasla daha ciddi bilinç kayıplarına neden olmaktadır. Örneğin, küçük bir ERTAS (Extended Reticular Thalamic Activating System) hasarı koma durumuna yol açarken, kortekste geniş çaplı hasarlar genellikle yalnızca belirli bilişsel fonksiyon kayıplarına neden olmaktadır (Parvizi ve Damasio, 2003). Bu da, bilincin temel bileşenlerinin beyin sapında bulunduğunu göstermektedir.
İnsan bilinci, yalnızca dış dünyadan gelen duyuların bir yansıması değildir; içsel ihtiyaçlarımızın ve duygularımızın bir sonucudur.
Doğuştan Gelen Temel İhtiyaçlar
İnsan beyninin temel fonksiyonlarından biri, organizmanın hayatta kalması için gerekli olan ihtiyaçları yönetmektir. Freud, bu ihtiyaçları “haz-ilke ilkesi” ile açıklarken, modern nörobilim bu süreçleri üç temel kategoriye ayırmaktadır:
- Homeostatik Duygular: Açlık, susuzluk gibi temel bedensel ihtiyaçları ifade eder.
- Duygusal Duygular: Korku, öfke, mutluluk gibi duygusal süreçlerdir.
- Duyusal Duygular: Ağrı, tiksinti ve şaşkınlık gibi duyusal deneyimlerle ilgilidir.
Panksepp (1998), bu duyusal ve duygusal süreçlerin, bireyin hayatta kalma ve üreme başarısını artırmak için evrimleştiğini belirtmiştir. Temel içgüdülerin bazıları şunlardır:
- Dünyayla etkileşim kurma ihtiyacı: Merak ve keşif dürtüsü.
- Cinsel partner bulma ihtiyacı: Libido ve cinsel arzular.
- Tehlikelerden kaçma ihtiyacı: Korku duygusu.
- Engelleri aşma ihtiyacı: Öfke ve saldırganlık.
- Bağlanma ihtiyacı: Bağlanma teorisi çerçevesinde, bakımverenlerle olan duygusal bağlar.
- Bakım verme ihtiyacı: Anne-baba içgüdüleri.
- Oyun oynama ihtiyacı: Sosyal hiyerarşi ve grup dinamiklerini anlama süreci.
![](https://itc.ua/wp-content/uploads/2020/01/screen_shot_2020_01_22_at_3.51.22_pm.0.png)
Bilinç, Duygu ve Psikopatoloji
İnsan psikolojisi üzerinde en çok etkili olan duygular, doğuştan gelen temel ihtiyaçlarımızla yakından ilişkilidir. Freud’un id, ego ve süperego kavramları bu ihtiyaçlarla doğrudan bağlantılıdır. Özellikle, bireyin bu ihtiyaçlarını karşılamakta yaşadığı zorluklar, psikopatolojinin temelini oluşturur. Örneğin, bağlanma ihtiyacı yeterince karşılanmayan bireylerde anksiyete bozuklukları gelişebilirken, öfke ve saldırganlık dürtülerinin baskılanması depresyona neden olabilir.
Sonuç
Modern nörobilim ve psikanaliz, insan doğasının doğuştan gelen ihtiyaçlarla şekillendiğini ve bilincin bu ihtiyaçların bir yansıması olduğunu ortaya koymaktadır. Freud’un varsayımları, günümüz araştırmalarıyla büyük ölçüde desteklenmektedir. Bilincin yalnızca kortikal bir süreç olmadığı, derin beyin yapılarında oluşan duygusal deneyimlerin bilinçli farkındalığımızın temelini oluşturduğu artık daha iyi anlaşılmaktadır.
İnsan psikolojisinin temelinde yatan bu biyolojik ihtiyaçları anlamak, hem psikopatolojiyi açıklamak hem de ruh sağlığı tedavilerini geliştirmek açısından büyük önem taşımaktadır.
Kaynakça
- Damasio, A. (1994). Descartes’ Error: Emotion, Reason, and the Human Brain. Penguin Books.
- Damasio, A. (2018). The Strange Order of Things: Life, Feeling, and the Making of Cultures. Pantheon.
- Freud, S. (1915a). Instincts and Their Vicissitudes.
- Freud, S. (1920). Beyond the Pleasure Principle.
- Panksepp, J. (1998). Affective Neuroscience: The Foundations of Human and Animal Emotions. Oxford University Press.
- Parvizi, J., & Damasio, A. (2003). Neuroanatomical correlates of brainstem coma.
- Solms, M. (2013). The Conscious Id.
- Solms, M., & Friston, K. (2018). How and why consciousness arises: Some considerations from physics and physiology.