Anlam Arayışı ve Varoluşçuluk

Kaos ve belirsizlikle dolu bir dünyada, anlam arayışı hayatlarımızın merkezi bir teması haline gelir. İster din, ister tutku, isterse kişisel başarılar aracılığıyla olsun, varlığımızı değerli kılan bir amaç bulmaya çalışırız. Bu anlam arayışı, özellikle varoluşçuluk merceğinden bakıldığında, felsefi tartışmaların temel taşı olmuştur.

Anlam Arayışı ve Varoluşçuluk

Varoluşun Özü

Eski Yunan filozofları Platon ve Aristoteles gibi düşünürler tarafından savunulan özcülük kavramı, her şeyin ne olduğunu tanımlayan bir dizi temel özelliğe sahip olduğunu öne sürer. Bu fikir, insanların doğuştan belirlenmiş bir öz ve amaca sahip olduğunu savunur.

Ancak bu geleneksel görüşe, 19. yüzyılın sonlarında Friedrich Nietzsche gibi düşünürler meydan okudu. Nietzsche, hayatın nihai anlamsızlığına inanarak nihilizmi kucakladı. Bu, Fransız filozof Jean-Paul Sartre tarafından tanıtılan varoluşçuluk için bir yol açtı.

Anlam Arayışı ve Varoluşçuluk

Varoluş Özü Önceler

Varoluşçuluk, özcülüğü altüst ederek “varoluş özden önce gelir” iddiasını ortaya koyar. Sartre’a göre, doğuştan belirlenmiş bir amaç olmadan doğarız ve özümüzü, eylemlerimiz ve seçimlerimiz aracılığıyla tanımlamak bize düşer. Bu fikir, özellikle insanların hayatlarını yönlendirmek için dini veya toplumsal normlara güvendikleri bir dünyada devrim niteliğindeydi.

Saçma ve Özgünlük

Varoluşçuluğun ana unsurlarından biri, anlam arayışımız ile sessiz, kayıtsız evren arasındaki çatışmayı tanımlayan “saçma (l’absurde)” kavramıdır. Sartre ve çağdaşları, dünyanın doğuştan anlamsız olduğunu ve anlam yaratmanın bizim sorumluluğumuz olduğunu düşündüler. Bu özgürlük, hayatlarımızı tanımlama özgürlüğü, hem heyecan verici hem de korkutucu olabilir.

Sartre, özgün yaşamanın bu özgürlüğü kucaklamak ve saçmayı kabul etmek anlamına geldiğini savundu. Bu, seçimlerimizi kendi değerlerimize dayandırmak yerine, dış otoritelere – ebeveynler, din veya hükümet gibi – boyun eğmekten kaçınmak anlamına gelir. Bunu yapmamak, bizi özgür olmadığımıza ve bu nedenle kendi anlamımızı yaratma sorumluluğundan kaçınmamıza inandıran “kötü niyet” ile sonuçlanır.

Kişisel Bir Anlatı: Askerin İkilemi

Sartre, bu fikirleri, adalet için savaşmak için askere katılmak ile yaşlı annesine bakmak arasında kalan bir öğrencinin hikayesiyle açıkladı. Bu genç adam, net bir cevabı olmayan ahlaki bir ikilemle karşı karşıyaydı ve bu, varoluşçuluk inancını vurguladı: kendi yolumuzu yaratmamız gerektiğini. Onun özgün seçimi, toplumsal beklentiler veya dış baskılar tarafından değil, kendi seçtiği değerlere uygun olan karardı.

Jean-Paul Sartre, bu hikaye ile varoluşçuluğun temel ilkelerinden birini açıklamaktadır: İnsanlar, hayatlarındaki anlamı ve değerleri kendileri yaratmak zorundadırlar. Sartre’ın anlattığı öğrencinin durumu, bir kişinin ahlaki ve kişisel değerler arasında zor bir seçim yapmak zorunda kaldığı bir durumu betimler.

Bu genç adam iki seçenek arasında kalmıştır: Bir yandan adalet için savaşmak amacıyla askere katılmak, diğer yandan ise yaşlı annesine bakmak. Her iki seçenek de kendince doğru ve değerlidir, ancak birbirleriyle çelişmektedir. Bu, Sartre’ın “özgünlük” ve “otantiklik” kavramını vurgulamak için kullandığı bir örnektir.

Sartre, öğrencinin yapacağı seçimin, toplumsal beklentilerden veya dış baskılardan ziyade kendi içsel değerlerine dayanarak verilmesi gerektiğini savunur. Yani, öğrencinin kararı, başkalarının ne düşündüğüne veya toplumun ne beklediğine göre değil, kendi inançlarına ve değerlerine uygun olmalıdır. Bu, varoluşçuluğun insanın kendi hayatının anlamını ve değerlerini yaratma sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini vurgular.

Anlamsız Bir Dünyada Anlam Bulmak

Eleştirmenler genellikle varoluşçuluğu kasvetli bir felsefe olarak görürler, ancak savunucuları, bunun benzersiz bir güçlenme biçimi sunduğunu savunur. Eğer hayatın doğuştan bir anlamı yoksa, o zaman anlamı kendimiz atama özgürlüğüne sahibiz. İster sanat, ister aktivizm, isterse kişisel ilişkiler aracılığıyla olsun, hayatımıza verdiğimiz anlam tamamen bizim elimizdedir.

Modern yaşamın karmaşıklıkları arasında yol alırken, varoluşçuluk, kendi özümüzün mimarları olduğumuzu hatırlatır. Varlığımıza kayıtsız bir evrende, amaç yaratma ve seçtiğimiz yollarda tatmin bulma gücüne sahibiz.

Kaynakça

  • Sartre, J.-P. (1943). Being and Nothingness. Washington Square Press.
  • Sartre, J.-P. (1938). Nausea. New Directions Publishing.
  • Flynn, T. R. (2006). Existentialism: A Very Short Introduction. Oxford University Press.
  • Macquarrie, J. (1972). Existentialism. Penguin Books.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *